8 Eylül 2011 Perşembe

Anadil ile Yetinmeyip, Ötekilerin Dillerini ve Hâllerini de Öğrenmeye Çalışmak

Anadil ile Yetinmeyip, Ötekilerin Dillerini ve Hâllerini de Öğrenmeye Çalışma*

Mevlâna’ya göre, dinler, mezhepler, kültürler arası ayrılığın, iletişimsizliğin, iyiliği emir ve kötülükten nehiy konusunda işbirliği yapamayışın ve hattâ bazen kavga edişin bir başka sebebi de, ötekinin dilini anlayamamak, onun düşünce ve duygu dünyası hakkında bilgisiz olmaktır. Mesnevî’de bununla ilgili enfes bir hikâye vardır:

Bir adam, dört kişiye bir para verdi. Bunların biri, ben dedi bu parayı engûra vereceğim.

Öbürü Araptı, hayır dedi; a azgın, ben engûr istemem, ineb isterim.


Öbürüyse Türktü, bu para dedi, benim; ineb istemem ben, üzüm isterim.


Öbürü de Rumdu, bırakın şu lafları dedi; istafil istiyoruz biz.


Kavgaya giriştiler; savaşa kalktılar; çünkü adların mânâsından haberleri yoktu.


Ahmaklıktan birbirlerine yumruk vuruyorlardı; bilgisizlikle dopdoluydular, bilgidense bomboş.

Bu güzel öyküye göre, birbirinin lisanını bilmemek ve sadece lisanını bilmemek de değil –ki herkesin lisanını bilmek imkânsızdır– birbirinin hiç olmazsa beden dilinden ve hâl dilinden de anlamamak ve anlamaya gayret etmemek, kavgaların ve savaşların sebeplerinden biridir. Bu durumda yapılması gereken şeylerden biri, ötekini iyice dinlemeden ve anlamadan kavgaya tutuşmamak, aksine, kavga etmeden barış içinde yaşayabilmek için, çok yakın yaşamak durumunda olduğun insanların mümkünse dillerini, lisanlarını az çok bilmek, değilse, hiç olmazsa kültürlerini iyice tanıyarak ve empati kurarak beden dillerinden ve/veya hâl dillerinden anlayabilecek üstün bir düzeyde olmaktır. Nitekim Mevlâna der ki,
Orada yüz dilli, sır sâhibi üstün bir er olsaydı, onları barıştırıverirdi.

Bir insanın çok dilli, çok dinli ve çok kültürlü bir toplumdaki bütün komşularının konuşma dilini öğrenmesi imkânsızdır. Ancak bunun olamadığı yerde hiç olmazsa onların hâllerini anlamaya çalışması mümkündür ve yararlıdır. İnsanların farklı diller ve kültürler içinde olmasının Tanrı’nın takdiri ile de alâkası vardır ve insanlar farklı diller ve ifadeler içinde de olsa aynı hâlleri, aynı tecrübeler ve deneyimleri yaşamakta ve hedeflemektedir. Bu durumda ötekilerin dilleri ve dualarının dış görünüşündeki farklılıklardan ziyade, içerikteki ifadeleri ve içlerindeki hâllerine dikkat etmeliyiz. İçteki iyi niyetler ve iyi hâllere baktığımızda, barış içinde yaşamamız biraz daha kolaylaşacaktır. Nitekim Mevlâna’nın ifadesiyle, İlâhî bir perspektiften şöyle bir açıklama, uyarı ve öğütle karşılaşmaktayız:

Herkese bir huy verdim; herkese bir çeşit tâbir düzdüm.
Onun için övüş olan, senin için yeriştir; ona baldır da sana zehir.

Bizse tamamiyle, temizlikden de münezzehiz, pislikten de; ağırcanlılıktan da temiziz, çeviklikten de.


Ben, buyruklarımı, bir fayda elde edeyim diye buyurmadım; kullarıma cömertlikte bulunayım diye buyurdum.


Hintlilere Hintlilerin tâbirleri övüştür; Sintlilere Sintlilerin tâbirleri.


Ben, onların beni tesbihleri yüzünden arınmam; bu tesbih yüzünden gene onlar arınır, onlar inciler saçarlar.


Biz dile, söze bakmayız, cana, hâle bakarız.

Yunus Emre de, farklı diller ve farklı tebdiller içinde de olsa her din ve mezhepten insanın aslında aynı Bir’e ve aynı hedefe yöneldiğini ve bunun göz ardı edilmemesi gerektiğini söyler:

Onsekiz bin âlem halkı cümlesi bir içinde
Kimse yok birden artuk söylenür dil içinde
Cümle bir anı birler cümle ana giderler
Cümle dil anı söyler her bir tebdil içinde

* Prof. Dr. Cafer Sadık Yaran, Mevlâna ve Yunus Emre'de Dinler ve Mezhepler Arası Barış: Sebepler ve Çözümler, Yeni Umit Dergisi, 2.



5 Temmuz 2011 Salı

AS YOU ARE - OLDUĞUN GİBİ - SII COME APPARI - Mevlana Jelaluddin-i- Rumi

AS YOU ARE

In generosity and helping others, 
be like a river. 
In compassion and grace, 
be like the sun. 
In concealing other's faults, 
be like the night. 
In anger and fury, 
be like dead. 
In modesty and humility, 
be like the earth. 
In tolerance, 
be like the sea. 
Either appear as you are, 
or be as you appear.

 
OLDUĞUN GİBİ

Cömertlikte ve başkalarına yardımda,
bir nehir gibi.
Merhamet ve zarafette,
güneş gibi.
Başkasının yanlışlarını örtmekte, 
gece gibi.
Öfke ve şiddette,
ölü gibi.
Alçakgönüllükte ve yumuşak başlılıkta,
toprak gibi.
Hoşgörüde,
deniz gibi.
Ya görün,
olduğun gibi;
ya da ol,
göründüğün gibi.

 
SII COME APPARI

Nella generosità e nell'aiuto degli altri sii come un fiume.
Nella compassione e nella grazia sii come il sole.
Nel nascondere le mancanze altrui sii come la notte.
Nell'ira e nella furia sii come la morte.
Nella modestia e nell'umiltà sii come la terra.
Nella tolleranza sii come il mare.
Esisti come sei oppure sii come appari.


Mevlana Jelaluddin-i- Rumi

1 Nisan 2011 Cuma

RÜZGÂR BİZİ GÖTÜRECEK - Furuğ FERRUHZAD

RÜZGÂR BİZİ GÖTÜRECEK

dinle
karanlığın esintisini duyuyor musun?



küçücük gecemde benim, ne yazık
rüzgârın yapraklarla buluşması var
küçücük gecemde benim yıkım korkusu var


dinle
karanlığın esintisini duyuyor musun?
bakıyorum elgince ben bu mutluluğa
bağımlısıyım ben kendi umutsuzluğumun


dinle
karanlığın esintisini duyuyor musun?
şimdi bir şeyler geçiyor geceden
ay kızıldır ve allak bullak
ve her an yıkılma korkusundaki bu damda
bulutlar sanki, yaslı yığınlar misali
yağış anını bekliyorlar


bir an
ve sonrasında hiç.
bu pencerenin arkasında gece titremede
ve yeryüzü giderek durmada
bu pencerenin arkasında bir bilinmez
seni ve beni merak ediyor
ey baştan aşağı yeşil!
yakıcı anılar gibi ellerini,
bırak benim aşık ellerime
ve dudaklarını
varlığın sıcak duygusunu
benim sevdalı dudaklarımın okşayışına bırak
rüzgâr bizi götürecek
rüzgâr bizi götürecek.




Furuğ FERRUHZAD

 

30 Mart 2011 Çarşamba

BAHAR GELME ÜSTÜME!..- CAN DÜNDAR


BAHAR GELME ÜSTÜME!..


Bahar, yalvarırım çek git işine!..


Salma üstüme çiçeklerini,


...aklımı çelme!..


Her sabah çimenlerin çiyden ürpererek uyanıyor bahçemde; sonra


güneşle oynaşıp tütsülenmiş gibi buğulanıyor.


Ne zaman sokağa çıksam badem ağaçları salkım saçak çiçek...


Kavaklar kıpır kıpır, ıslık ıslığa meltem...


Kırda dayanılmaz bir kekik kokusu, toprakta türlü çeşit börtü


böcek...


Yapma bunu bana bahar,


Böyle üstüme gelme...!



* * *

Zaten damarlarımda zor zaptediyorum kanımı...


Çoktan cemreler düşmüş beynime, yüreğime...


Kalbimin buzları erimiş.


Göğüs kafesimde ne idüğü belirsiz bir kıpırtıyla geziyorum


nicedir...


Bir de sen çıldırtma beni...


Krizdeyim ben... tembelliğin sırası değil, uyamam sana...


Al git serçelerini sabahlarımdan, çağlalarına, kokularına hakim


ol.


Meltemlerine söyle, deli gibi ıslık çalıp sokağa çağırmasınlar


beni...


Bulutların üşüşmesin başıma...


Girme kanıma benim...


...yoldan çıkarma...!



* * *



Sen ki en cilvelisisin mevsimlerin,


afrodizyakların en etkilisi,


Sevdanın suç ortağısın.


Kıyma bana...!


Biliyorum çünkü, yine kandırıp yeşillendireceksin aşka; gövdemi


azdırıp sonra birden çekip gideceksin.


Tam kanım kaynamışken sana, toplayıp allarını morlarını, beni


bir kuraklığın ortasında terk edeceksin...


O iple çektiğim ışığın, dayanılmaz olacak o zaman...


Ne o delişmen sabahlar kalacak, ne günaha çağıran çapkın


eteklerin uçuştuğu günbatımları...


Tembel kuşların şakımaktan bitap, ebruli çiçeklerin kokmaktan...


Buselerin nemi kuruyacak çöl rüzgarlarında...


Yeşerttiğin çiçekler, yürekler solacak; damar damar çatlayacak


ruhumuz...


Hayat, bir ezik otlar diyarına dönüşecek yeniden... yüreğim


viraneye...


Her bahar sarhoşluğu gibi, geçecek bu sonuncusu da...


Ebedi bahar, bir başka bahara kalacak.



* * *



İyisi mi, hiç azdırma ruhumu bahar...


İş açma başıma...


Git işine!


Yoldan çıkarma beni!..

Can DÜNDAR



10 Şubat 2011 Perşembe

Başım Eğik Dilim kapalı Gözler - Cahit Zarifoğlu

Başım Eğik Dilim kapalı Gözler
   
Asrımızın zarif düşünceli gençlerinden biri
Kederli elini
Temiz alnına koyarken fikretmek için
Çocukların susması
Kuşların ve kedilerin uzaklaşması
Haritaları üzerine bezlerin atılması
Lambaların kısılması
Kadınların bir vakit konuşmadan
Yaşaması gerekebilir
Ve açılabilir görüntümüz Sahnemiz perdemiz:
Hergün bir miktar kros boksit asit
Ve arenamız
Dokuzyüz milyon müslüman rüyalarını hatırlamadan uyanabilir

Baş efendimiz
Görüntümüz
Sahnemiz
Perdemiz

Eğer dualanmasaydı sesimiz
Eğer yaradandan o güzel ağız
Açık ve seçik
Dilemesiydi demeseydi
'Allah
Sesinizi
Mağrıptan Maşrıka Kadar Duyursun'
Düşünmezdim üzerinde
Binmezdim deli deli koşan küheylan

Bildim Sensin Sen Sen
Diri Diri Diri Şahım
Diri Şahım Diri Diri
Dirilt Alemi Alemi Alemi Alemi

Çünkü dokuzyüz milyon müslüman rüyalarını hatırlamadan uyanmıştır
Bunların üzerine ezan
Ucu sancılar vuran
Bir kırbaç olmalıydı
Her duyan
Bağrını açmalıydı akan kanı da sevdayı da yorumlamaya almalıydı
Hayır dokuzyüz
Milyon müslüman
Tarihin hülyalarından vazgeçmiş olabilir AMA BEN

Elim dizlerime Vur Kalk
Müslümanlar uyanın Eller Dizlere Vur Kalk
Yumruklar dizlere vur vur
AMA BEN Ama ben Ama ben Ama ben

Korku gerek tenlere etim kalbur
Deşer bakışın kıyar da kıyar

Korku gerek reca gerek
Yanlış anlaşılmış olabilir
Sesini duyuyorum kendimin/kelimeler kendinden emin değil

Yanlış anlaşılmış da olabilir
Aklım başımda mı! Değil

Ve sesimi duyuyorum
Kaburgalarımın gelip artık kavuşamadıkları iniltiden
-Kulun korktuk şerrinden
Ağzımız yerlerde kaldı gerçek dilimizden akmadı
Kuldan korkarken gel zaman git zaman
Bir hayat ki haşa korkmadan yaradandan
Ama elbet ruhumun vazgeçilmez akışı baş çarptığım kayalıklar

Irmaklarımın altından akan ırmak
Sandal sefalarım Marmara toprakları
Ama söyle olmuşsa yüzüme karşı söyle neyi inkar ettim

Dilediğim en güzel hayat
Çöplerin içinde rüya aradım
Düştümse eğer sana bakarken düştüm

Sen dinç zaman
İşte kuluçkan
Bereketle taşan yağ küpleri gibi
Parmaklardan akan çeşmeler gibi

İşte sinem kalabalık ve kendine zinde
Kullardan pervasız nesillerden biri

Aha Şeyhefendim Aha yüreğim
Göz kapanır akıl susar susar akıl
İstersen haydi haydi haydi
Yeryüzünün bütün gümbürtülerini çağır

Çehrenden o azgın maskeyi dök
O evleri kedere boğ
Nasıl olsa her kucaklandığın dalgada
Bir gemi kadavrası gibi ikiyüz yıl parçalandın

Mahşerinde uyanacaksın
Ağzının

Korkuyorum o nedenle
Başım eğik
Dilim kapalı
.
Cahit Zarifoğlu

 

3 Şubat 2011 Perşembe

Giderken Bana Bir Şeyler Söyle / Mustafa Ulusoy

Ansızın gelen hüzünler yanında, ansızın gelen güzelliklerle de dolu/ydu hayat. Dünya hayatının size cazip gelmesi belki de bundandı. Beklenmedik aşklar, beklenmedik başarılar, beklenmedik karşılaşmalar,  beklenmedik bir iyileşme, beklenmedik bir mektup, beklenmedik bir yağmur,  beklenmedik bir ilgi, beklenmedik bir sevgi, beklenmedik bir merhamet ve şefkat. 
Tüm ruhunuzu sarıp sarmalayan, içinizi en çok ısıtan merhamet ve şefkattı.

Giderken Bana Bir Şeyler Söyle / Mustafa Ulusoy  

8 Aralık 2010 Çarşamba

Ed è subito sera



Ed è Subito Sera 


Ognuno sta solo sul cuor della terra

trafitto da un raggio di sole:

ed è subito sera



SALVATORE QUASIMODO 



And Suddenly It's Evening


Every man stands alone on the heart of the earth

pierced by a ray of the sun:

and suddenly it's evening.



Ve Hemen Aksam Olur


Herkes bir basinadir topragin bagrinda

bir gunes isiginin delip gecmesi gibi:

ve hemen aksam olur.